“İnci Taneleri” üzerine kısaca

Posted on Şubat 10, 2024


İnci Taneleri, genel yargının aksine güzel bir dizi bence. Hüzünlü, acı dolu ve sırların ardında saklanan pek çok şeyin insan olmanın sırlarını da ifşa etme potansiyeli taşıdığı bir dizi… Yılmaz Erdoğan’ı pek sevemeyen, onun yaptığı “işlerin” pek çoğunu boş işler olarak gören ve sırf bu yüzden bu diziye de ön yargıyla başlayan birisi söylüyor bunu. Bir hak teslim etme olarak…

Dizi… Belalı, evet. Bazı yerleri kirli, evet. Ama Dilber karakterinde saklanan şey o kadar hüzünlü ki… Dilber o kipkirli hayatta kendince bir “ahlâk” çıkarmış birisi. Dans ediyor sahnede ama “konsa çıkmıyor” mesela… Dilber’in kendisi için hayat memat meselesi olarak gördüğü şeye, Azem’in “Sonuçta orada çalışıyorsun, ister çıkmışsın ister çıkmamışsın. Sandığın kadar fark yok!” demesinin, kendi hayatını böyle inşa etmiş, feleğin tokadını bin defa yemiş bir kadını bin defa daha yıkmak olduğunu fark edememesi… Şair diyor Azem kendine; ama şair olmak o kadar kolay değil demek ki! Şiir yazmakla olmuyor…

Dilber’in, nerede ne kötülük olduysa, ilk sorumlusu olarak kendisini görmesi, velâkin hayatın her aşamasında hep 10-0 geride olması, özellikle Azem’in etrafındaki “okumuş!” arkadaşlarına kendini beğendirmek için hep alttan alması, kendisine söylenen çok ağır bir sözü bile, neredeyse çocuk saflığı ile bir sonraki aşamada unutması bana Dostoyevski’nin “düşmüş kadınlarını” hatırlattı epey. Azem’in hüznü, acıları ve o hüznün, acıların onu şairleştirmesi, mesela Dilber kadar ince düşünceli yapmıyor onu. Sevdiği adamı incitme potansiyeli olan her zeminde adeta parmaklarının ucunda yürüyen Dilber’e karşılık, hoyratça “..zannettiğin kadar fark olmayabilir!” diyen bir şair! “Bu dünyada şairane mukim olmak” ile etiketli şairlik arasında hâlâ uçurumlar var…

Velâkin ilk üç bölümü için şunu söyleyeyim özetle: Kirlilik, pislik, kötülük, zannettiğimiz kadar o kötülüğe maruz bırakılanların sorunu olmayabilir. Bazen hayatta “başkaları daha iyi hayat yaşasın diye” verilen kurbanlar olabilir böyleleri. Günah keçileri… İnsan, Dilber gibi bir kere “düşmüş” olabilir ve tekrar ayağa kalkabilmesi, senin, benim gibi kolay olmayabilir.

Hz. Mevlânâ’nın menkıbelerinden birisinde, kendisine büyük saygı duyan, ama görünce utanıp kaçan “düşmüş kadınlara”, “.. Sizler erkeklerin pisliğini temizliyorsunuz!” diye teselli verdiği bilinir. Dizide Dilber’in yaşadığı hayat, “hayatı kokutanların” pisliğini temizleyen bir hayat! Hayatı kokutanlardan değil de Dilber’den hesap sormak adalete ne kadar sığar, o da dizinin soru(n)larından birisi sanırım. Bu korkunç hayattan, düştüğü yerden kalkmak için Dilber gibilere fırsat vermek yerine, “Düşmüşsün, daha da düş!” demek… Birini sevmeyi, aşık olmayı ve onun tarafından sevilmeyi bile hak görmediğimiz birileri var dünyada… Nitekim, o çok olgun, o çok dost canlısı kadın bile (eczacının karısı) ilk batma emaresinde, gemiden ilk atılacak safra olarak Dilber’i gördü üçüncü bölümde.

Dizinin reklamlarındaki politikası (her bölümün reklamı olarak Dilber’in danslarının verilmesi vs.) eleştirilebilir, özellikle o dans sahnelerindeki ‘görme biçimi’ pornografik bulunabilir, arada yapılan şarkıcı pazarlamaları konuşulabilir; ancak dizinin tamamını izlemeden, aslında dizideki karakterlerin (bir çocuk kadar saf Dilber ve ‘yoldaşı ‘kankası’ diğer kadın, otele bakan hakikaten izzetli bir genç İzzet, büyük bir sırrın taşıyıcısı olarak bazen ‘edebiyatçı’ olmanın, kendisine hoyrat olma hakkı verdiğini düşünen Azem) nasıl bir hüznün ve hayat yükünün taşıyıcısı olduklarını anlamadan, sadece fragmanlara bakarak eleştirmek haksızlık gibi geliyor bana. İlk üç bölümde gördüğüm şey, Yavuz Turgul’un, gönlümüzde yara bırakıp giden filmi Görül Yarası ile, Zeki Demirkubuz’un başta Kader, Masumiyet ve son filmi Hayat olmak üzere, bütün filmlerinin sonunda hissettiğimiz, manevi olarak ‘aşkla’ yükselmek isterken hep ve yeniden aşağıya çekilen/düşen insanların hüzünlü, acılı hayatları oldu. Diziler içinde en fazla aklımda kalan Urfalıyam Ezelden dizisinin ritmi, ruhu ve hüznü var bu dizide de. Çıkışsızlığı… Ve elbette Dilber’de adeta faş olan, yaşanan hayatın bütün o kirine, pasına rağmen kendisi kirlenmemiş saf, temiz ve bir manevi yükseliş aracı olan aşk. Ve aşkı bu kadar güçlü olan bir diziyi yerden yere vurmaya da gönlüm razı değil.